Aralığın ilk günlerindeki o pazar sabahı, bir daha anneleri tarafından öpülemeyecek çocuklarının yanına uzanan genç aktrist için erken gelmişti. Babaları onları bir yıl önce terk etmişti ve bu üç taze yetim, evlat edinilmek üzere birbirlerinden ayrılacaklardı. Bu her biri için farklı ailelerle yeni bir hayatın başlangıcı demekti. Ortanca kardeş Edgar için ölüm, daima varlığının merkezi teması olarak kalacaktı. Eliza Poe Veronda’daki Juilet ve dere kenarındaki Ophelia olarak birçok defa öldüğünden ölüme alışkındı, ve muhtemelen oğlu Edgar’ın hikayeleri ve şiirlerinin melankolik örgüsünde, onun kalemiyle ölen tüm o genç ve güzel kadınlar için ilham kaynağı olmuştu. En ünlü şiiri ve sadece kederin ve ölümün değil, aynı zamanda idealize edilmiş bir güzelliğin ve acımasız gerçeğin de sembolü olan Kuzgun, Edgar Allen Poe’nun oda kapısını sadece tıklatmamıştı.
Bugünkü resmin sahibi Egon Schiele de ölümün acımasız ve romantik biçimiyle bir yüzleşme yaşamıştı. Schiele’nin kaderi, Poe’nun şanssız aşık karakterleriyle benzerdi. I. Dünya Savaşı sırasında Edith’le evlenmesinden üç gün sonra Rus ordusunda zorunlu göreve çağırılmıştı. Edith de onunla geldi ve sanatçı bir sergi salonunda diğer askerlerle yaşarken bir otelde kaldı. Sanatçı çok geçmeden resim yaptığı sırada komutanının dikkatini çekti ve komutanı ona stüdyo olarak kullanacağı bir oda verdi. Savaş bitiminde çift Schiele’nin bir ressam olarak başarı kazanacağı Viyana’ya döndü. Edith hamileydi ve portre işleri giderek artıyordu. Ancak 1918’in sonbaharında Edith İspanyol gribine yenildi. Sevgilisinin ölümünden sonra onun resimlerini çizerek geçirdiği üç günün ardından Schiele de öldü. Yaşamın, varlığın temeli olduğu su götürmez; ancak bazıları çürümenin doğasını, kendi ölümlerini ölümsüzlükle yenerek alt edebilir.
Bu pek çok sanatçı için geçerli, ancak sizinle daha ilginç bir hikaye paylaşmama izin verin. Henrietta Lacks Baltimore’da, Edgar Allen Poe’nun da gizemli koşullar altında öldüğü şehirde, öldü. O da ölümsüzlüğe hatta hem Poe hem Schiele’den daha gerçek bir ölümsüzlüğe kavuştu. Ancak o ne bir şair ne bir ressamdı- O bir tütün çiftçisiydi.
Onun DNA’sı, HeLa olarak da bilinen bir ölümsüz hücre dizisini yaratan tek kültür. Kanserli bir tümörden alınıp kültür edilen hücreleri, tıbbi araştırmalarda kullanıldı. Bu hücreler, anormal büyüme hızları ve çoğalma oranları sebebiyle halen günümüzdeki araştırmalarda kullanılmaya devam edilmekte. HeLa hücreleri, çocuk felci aşısının yapılmasına yardım etti, klonlanan ilk insan hücreleriydi ve hatta insan genomunun haritalandırılmasında kullanıldı. Bu, belki de biri sadece son parçası kaybolduğunda ölür demek.
-Artur Deus Dionisio